30 Mayıs 2011 Pazartesi

Ayın Mekanı Hawaii Oluyor...

Bu Ayın Mekanı olarak 2 hafta önce gittiğim Hawaii’yi anlatmak istiyorum.Yazıma Aloha diyerek başlayayım (“Aloha” Hawai dilinde hem merhaba hem de hoşçakal anlamında kullanılan bir kelime).
 
Hawai; Pasifik okyanusunda ABD'nin batısında, Japonya'nın doğusunda yer alan bir adalar topluluğu. ABD’nin eyaletlerinden biri ve ABD vizesiyle gidilebiliyor. 4 tane ana adadan oluşuyor; Oahu, Kauai, Maui ve Big Island (Hawaii). Adalar arası uçakla 30-40 dak. sürüyor. Bu adalar içinde en meşhur ve turistik olanı Honolulu’nun da yer aldığı Oahu adası. Biz de zaten bu adada kaldık. İstanbul’dan Honolulu’ya ulaşmak yaklaşık 25-30 saati buluyor. THY’nin İstanbul-Los Angeles direk seferinin başlaması ile Honolulu’ya tek aktarmayla varabiliyorsunuz. Ama tabii İstanbul-Los Angeles uçuşu 14-15 saat, Los Angeles-Honolulu uçuşu da 5-6 saat sürüyor. Havaalanlarında beklemelerle falan yolda geçirdiğiniz süre bir günden fazla oluyor. Honolulu’ya uçtuğumuz gün hayatımızın en uzun günüydü. Hawaii ile Türkiye arasında 13 saatlik zaman farkı olunca 14 Mayıs gününü 37 saat olarak yaşadık ve bir türlü 15 Mayıs’a geçemedik. Bugüne kadar yılın en uzun gününü 21 Haziran olarak bilirdim. Bundan sonra benim için en uzun gün 14 Mayıs olarak kayıtlara geçti :))
Honolulu’da kaldığımız Sheraton Princess Kaiulani oteli meşhur Waikiki plajında yer alıyordu ve Honolulu’nun en işlek caddesi olan Kalakaua Avenue üzerindeydi, yani çok merkezi bir noktadaydı. Hawai’nin en güzel tarafı Kalakaua Avenue’da gezinirken hem Amerika’da gibisiniz (dolayısıyla Macy’s, Apple Store gibi bildik bütün mağazalar ve Cheesecake Factory, Hard Rock Cafe, P.F.Chang’s gibi tanıdık restaurantlar yürüme mesafesinde) hem de Honolulu’nun biraz dışına çıktığınız anda muhteşem bir doğanın kucağındasınız. Waikiki plajı uzun bir sahil şeridi ve arkasında yüksek binalarıyla Miami’yi çok andırıyor. Burada fazladan dalga sörfçülerini de izleyebiliyorsunuz, hatta benim de yaptığım gibi kendiniz de dalga sörfü deneyebiliyorsunuz. Hawai'deki son günümde ben de millete özenip sörf dersi aldım.Bugüne kadar bütün sörf çeşitlerini denemiş bir insan olarak bundan da geri kalmamalıydım tabii ki :)) İşin enteresan tarafı sörfle ilgili bütün ilk denemelerimi yurtdışında yapmış olmamdı. Rüzgar sörfünü ilk olarak Puerto Rico'da, dizin üzerinde yapılan knee board'u Maldivler'de ve yüz üstü yatılarak yapılan body surf'ü de Sri Lanka'da denemiştim. Sanırım oralarda denememin nedeni; yapamasam bile nasıl olsa tanıdık birilerine denk gelmeyeceğim için kimseye de rezil olmayacağım diye düşünmenin verdiği rahatlık olsa gerek.Yine aynı cesaretle dalga sörfü de eksik kalmasın bari dedim :) Sörf hocam Binky başta çok kıldı ve biraz sertti. 'Dediklerimi dinle, şöyle yap böyle yap' falan diye talimatlar yağdırıyordu. Ayol zaten çok zor ve yorucu bir spor, üstüne bir de dalga çarpınca ters mers oluyorsun, board bir yana sen bir yana fırlıyorsun. Bir taraftan da Binky'nin sevimsiz suratı ve bağrış çağrışıyla başta biraz demoralize olduğumu itiraf ediyorum. Nitekim ilk birkaç denememde ani düşüşlerle kafamı, dudağımı, dizimi falan board'a çarptım, neyse ki başıma önemli bir kaza gelmeden bu denemeleri atlattım ve sonra ayağa kalkmayı başarıp dalgayla birlikte kıyıya kadar gidebilince acayip zevk aldım. Bizim sevimsiz Binky bile ben yapmayı başarınca bir anda dünyanın en şirin insanı oluverdi; 'süpersin, harika, bravo' gibi çok motive edici sözler sarfetmeye başladı. Özellikle en iyi denememden sonra 'filmlerdeki gibi yaptın' deyince benimle dalga geçiyor herhalde(!) diye düşündüm ama adam bayağı ciddi gibiydi :) Neyse sonuç itibarıyla oldukça güç ve denge gerektiren, ama tekniğini öğrenip yapabildiğin zaman inanılmaz derecede keyifli olan bir sporu denemiş oldum. İyiki de denemişim gerçekten, sonlara doğru zevkten dört köşe olup "yihhu" falan diye bağırdığımı hatırlıyorum.Yapabildiğime inanmayan arkadaşlarım için elimde bol miktarda resimli kanıtım var, arzu edenlere gösterebilirim :) Bu arada 2 saatin içinde sörfçülerin jargonlarını, deyimlerini falan bile öğrendim, o derece bu dünyanın insanı oldum yani!! Mesela sörfçülerin bir özlü sözü ile bu mevzuyu kapatıyorum: "Surfing is the best, forget the rest" (Türkçe meali; sörf en iyisi, diğerlerini unut/boşver) 

Oahu adası; Pearl Harbor, Jurassic Park, Lost, Pirates of the Caribbean (Karayip Korsanları)-3 gibi birçok filmin çekildiği mekan olarak da oldukça popüler. Araba kiralayarak tüm adanın çevresini hiç durmadan 4-5 saatte, aralarda durup gezerek ise bir günde tamamlayabiliyorsunuz. Biz de Fatma, Begüm ve Cüneyt ile birlikte fırsat buldukça adanın etrafını dolaştık. Jurassic Park ve Lost'un sahnelerinin çekildiği Ka'a'awa Vadisi, Kualoa Ranch ve Chinaman's Hat manzara olarak inanılmaz çarpıcı.
Karayip Korsanları'nın çekildiği Lanikai plajı Amerika'nın en ünlü talk-show'cusu Oprah Winfrey ve Michelle Pfeiffer’in evlerinin de bulunduğu çok güzel bir koy. Hemen yanındaki Kaiula Beach ise ABD’nin en güzel 10 plajından birisi olarak anılıyor. Ayrıca Diamond Head krateri, mercanları ve renkli balıklarıyla koruma altına alınan Hanauma Bay ve North Shore bölgesi de adanın görülmesi gereken yerleri arasında.

Karadan gezdiğimiz adayı ayrıca helikopter turu yaparak havadan da gördük. Cüneyt resimleri çekti, ben de kamera çekimi yaptım. Daha önce Las Vegas'dan Grand Canyon’a kadar süper bir helikopter deneyimi yaşadığım için bunun da çok güzel olacağına emindim, nitekim harika bir yolculuk oldu. Özellikle şahane Ka'a'awa vadisinin içinden geçerken sarp dağlarla burun buruna gelmek ve dağların arasından akan şelaleleri izlemek çok heyecan vericiydi.
Helikopter turu sırasında ayrıca 1941'de Japon uçaklarıyla bombalanan Pearl Harbor'da batan USS Arizona ve USS Utah gemilerini de havadan gördük. USS Arizona'nın hemen üstüne onun anısına beyaz bir memorial yapmışlar. Savaşta kurtulan USS Bowfin denizaltısının da içini gezdik. Hayatımda ilk defa bir denizaltıya girdim, aman yarabbim ne kadar daracıktı; kamaralar, mutfak, yemek salonu vb. inanılmaz dar ve klostrofobikti. İnsanlar bir denizaltında nasıl yaşıyorlar acaba? Acıdım vallahi hallerine:((
Hawai’de yapılması gereken şeylerden biri de yöresel dans ve müzik şovları olan “Luau” izlemek. Birçok değişik Luau gösterisi var, ben Paradise Cove Luau’ya gittim. Polinezya kültürünü tanıttıkları ve ada halkının günlük yaşamını da sergiledikleri birkaç saatlik aktivite bana çok turistik gelse de akşamki şov oldukça başarılıydı. Hem vücutları hem de kendileri gayet güzel olan kızlar ve yakışıklı çocukların yerel kıyafetleriyle yaptıkları Hawai ve Tahiti dansları oldukça hoş ve seksiydi. Özellikle ateşle dans eden çocuğun gösterisi çok iyiydi. Benden birkaç ay önce bu şovu izlemeye ünlü şarkıcı Rihanna da gitmiş. O gider de ben gidemem mi, benim neyim eksik ayol :))
Hawai'de gün batımı da bir başka güzel. Adanın 3 ayrı yerinden gün batımı izledim. Bir akşam güneybatı tarafındaki Paradise Cove'da, diğer bir gün kuzeybatıdaki Sunset beach'de ve başka bir akşam da güneydoğudaki Waikiki plajında güneşi batırdım. Her seferinde de birbirinden hoş manzaralar vardı.

Fenerbahçe'nin şampiyonluğu bütün yurtta olduğu gibi yurtdışında da büyük bir coşkuyla kutlandı. Kutlamaların yapıldığı yerlerden biri de Hawai idi. Resimlerden de görüldüğü üzere Paradise Cove'daki Hawai yerlileri, Lanikai plajındaki kürekçi teyzeler ve Waikiki beach'deki Stanford Üniversitesinde öğrenci olan Sırplı bir genç arkadaşımız da ellerinde FB atkısıyla kutlamalara katılıp sevincimize ortak oldular. Böylece FB bayrağı dünyanın öbür ucunda, taa Pasifik okyanusunun ortasında bile dalgalanmış oldu. Tek üzüntüm bütün sene maçlara gidip sonra İstanbul'daki şampiyonluk kutlamalarını kaçırmış olmamdı. Bu arada futbol dışında erkek ve bayan voleybol ile bayan basketbol takımlarımızla Fenerbahçe bu yıl 4'te 4 şampiyonluk kazanmış oldu. Geriye sadece erkek basket takımının şampiyonluğu kaldı. İnşallah yakında onun finalini de kazanıp bu yıl boynumuza '5'i bir yerde' madalyasını takacağız. Ne güzel, ne keyifli bir duygu Fenerbahçeli olmak :):)
Japon turistler sanki Hawai’yi işgal etmiş gibi her yerdeler. Adamlar 70 yıl önce Pearl Harbor'ı bombalamış, şimdi sanırım günah çıkarmak için en çok Hawai’ye geliyorlar. Sokakta gördüğünüz insanların en az yarısı, lüks alışveriş merkezlerinde gezenlerin ise neredeyse onda dokuzu Japon. Japonya’da bile bu kadar Japonu bir arada görmemiştim vallahi. Dolayısıyla oteller, restaurantlar, mağazalar vb. her yerde İngilizce dışında Japonca yazılar da var.

Hawai’de bulunduğum sürede yapamadığım şeylerden biri; balinaların göçünü izlemek oldu. Eğer 1 ay önce gelmiş olsam buna da denk gelecektim ama maalesef balinalar çoktan göç ettikleri için bu olayı kaçırmış oldum. Gerçi Güney Afrika’da birkaç tane balinayı kıyıdan görmüştüm ama yine de burada yakından görmek isterdim doğrusu. Eğer 15 Aralık-15 Nisan arasında yolunuz Hawai’ye düşerse Alaska’dan gelen binlerce balinayı teknelerle yakından izleme şansınız oluyormuş, kaçırmayın.

Vakit olmadığı için yapamadığım başka bir şey de diğer adaları gezmek oldu. Öğrendiğim bilgilerle sizlere kısaca diğer adalar hakkında da informasyon vereyim, belki oralara da gidecekler vardır. Diğer adalar Oahu kadar turistik ve kalabalık değilmiş. Eğer daha bakir bir doğanın içinde olmayı tercih ediyorsanız bu adalar size daha fazla hitap edebilir. Kauai adası; Jurassic Park’ın çekildiği bir diğer ada. Özellikle Pasifik’in Grand Canyon’u olarak tanımlanan Waimea Kanyonuyla ünlü. Kanyon boyunca sarp dağlar, vadiler, nehirler ve şelaleleriyle bir doğa harikasıymış. Big Island; hala aktif olan volkanıyla meşhur. Helikopter turu yaparak hergün denize akan lavları görmeniz mümkün olabiliyormuş. Maui adası ise yine derin vadileri, yağmur ormanları, şelaleleri ve mercan resifleriyle ön plana çıkıyor. Bu adalara ya Ohau’dan günübirlik turlar var (Uçakla ulaşım, gün boyu tur vb. herşey dahil 300 dolar civarında) ya da direk o adalara uçup oralarda da konaklayabiliyorsunuz.İnşallah bir başka sefere de bu adalara gitmek kısmet olur diye ümit ediyorum.

Yazımı bitirirken Hawai’lilerin bizi ülkelerinden uğurlarken yaptığı gibi ‘Aloha ve Mahalo’ diyorum. (“Mahalo” da Hawai dilinde teşekkür ederim demek). Yeni bir yazıyla buluşuncaya kadar mutlu kalın. Sevgilerimle,

5 Mayıs 2011 Perşembe

Asi Dizisi Dünyaya Damgasını Vurup Monte Carlo TV Festivalinde Aday Oluyor...

Yine uzun bir aranın ardından merhabalar arkadaşlar. Bloglar tekrar açılmaya başladı, benim de yeniden yazma hevesim geldi. Görüşmediğimiz son 1,5 ayda orada neler olduğundan bahsedeyim biraz;
Yazıma bomba bir haberle başlayayım. Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım’ın başrol oynadığı ve benim gelmiş geçmiş en efsane dizim olan "Asi"  2010 yılında dünya çapında en çok izlenen dizilerin ödüllendirileceği Uluslararası Monte Carlo Televizyon Festivali’nde "6. Uluslararası TV İzleyici Ödülleri"ne aday olarak seçilmiş. Eurodata TV Worldwide verileri baz alınarak, Amerika'dan Avustralya'ya kadar bütün kıtalardaki 67 ülkede 3 milyar televizyon izleyicisinin seyrettiği en iyi performans gösterip en yüksek izlenme oranlarına sahip diziler arasından seçilen adaylara baktığımda bu kadar popüler Amerikan dizisi arasında bizim bir dizimizin de listeye girmiş olmasından acayip gurur duydum ne yalan söyleyeyim. 10 Haziran’da Monaco’da yapılacak olan ödül töreninde 3 ayrı kategoride yarışacak olan dizi adaylarına gelince; en iyi drama dizisi dalında 1.CSI: Las Vegas (ABD), 2.CSI: Miami (ABD), 3.House (ABD), en iyi komedi dizisi dalında 1.Desperate Housewives (ABD), 2.The Big Bang Theory (ABD), 3.Two and a Half Men (ABD), en iyi pembe dizi dalında 1.The Bold and the Beautiful (ABD), 2.Asi (Türkiye) 3.El Clon (ABD/Brezilya/Kolombiya ortak yapımı). Bugüne kadarki en favori dizim olduğunu daha önceki yazılarımda birçok kez dile getirdiğim gibi Asi'nin bu şekilde taçlandırılmasından büyük bir mutluluk duydum vallahi (ben bu dizi işlerinden gerçekten anlıyorum galiba!!). Bu haberi okuduğumda 2 yıl önceki bir anım geldi aklıma; Miami'de yaşayan erkek kardeşimin çalıştığı şirketin sahibinin annesi (kadın Suriye asıllı ama 40 yıldır ABD'de yaşıyor) tam bir Asi fanatiğiymiş, diziyi uydudan izleyebilmek için yayınlandığı günlerde saati kurup sabah 5'de kalkıp Asi seyrediyormuş, benden birkaç ay önce Miami'ye giden annem ve babamla sohbet ederlerken Tuba Büyüküstün ve Murat Yıldırım'a ne kadar hayran olduğundan bahsedip onların posterlerini istemiş, ben de Miami'ye giderken elimde Tuba ve Murat'ın posterlerini götürmüştüm. Dünyanın öbür ucundan bizim dizilerimizin seyredilmesi ve oyuncularımızın bu kadar beğenilmesi zaten birşeylerin habercisi gibiydi. İşte sonunda da böyle bir ödül geldi. Böylece ilk defa bir Türk dizisi uluslararası arenada bu kadar önemli bir başarıya imza atmış oldu. Eminim bu durum dünya TV kanallarının da dikkatini çekecek ve diğer Türk dizilerinin de önünü açacaktır. Ayrıca inanıyorum ki çok önemli bir vitrin olan bu festivale katılacak Tuba ve Murat'ın da başına talih kuşu konacak ve yurtdışından yeni teklifler gelecektir. Bu muhteşem diziye emeği geçen herkesin ellerine sağlık gerçekten. Festivalin orijinal basın bültenine ve Asi'yi izlememiş olanlar için dizinin bir tanıtım fragmanına aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
http://www.tvfestival.com/newsletter/51-FTV/uk/27_04_audience_UK.html
http://www.youtube.com/watch?v=IViR2x3bJ9E

Nisan ayının ilk haftası bir akşam İrte ile Suada'ya yemeğe gittiğimizde orada yapılan bir ödül törenine denk geldik. Televizyon dünyası o gece Suada'ya akın etmişti adeta, neredeyse 40-50 civarında ünlü gördük sanırım. Kimler yoktu ki gecede; Demet Akbağ, Erkan Petekkaya, Caner Cindoruk, Demet Akalın-Önder Bekensir, Şafak Sezer, Tuğba Ekinci, Tolga Karel ve daha birçok dizi oyuncusu. Adaya giderken tekne beklediğimiz esnada törene ödül almaya giden Burcu Esmersoy ile karşılaştık, daha önceden tanıştığımız için ayak üstü sohbet de ettik. Tekneyle adaya giderken şarkıcı Bengü ile dönerken de Beyaz, Orhan Gencebay-Sevim Emre, Caner Cindoruk, Demet Akbağ ve Ömür Gedik'le birlikte seyahat ettik. Beyaz'la merhabalaştık, Orhan baba ve Sevim ablanın Caner Cindoruk'a Hanımın Çiftliği dizisini ne kadar beğenerek izlediklerini anlatıp övgüler yağdırmalarına falan şahitlik ettik. Oldukça verimli bir akşamdı anlayacağınız :) Daha sonra magazin basınından takip ettiğim kadarıyla orada olup da göremediğimiz Murat Yıldırım (yılın en iyi erkek oyuncusu) ve Burak Özçivit (Küçük Sırlar'ın Çet'i) ile ödül aldıkları halde geceye katılmayan Tuba Büyüküstün (yılın en iyi kadın oyuncusu) ve Beren Saat'i de (en iyi drama oyuncusu) görebilseydik tam süper olacaktı yani.

ATV'de yayınlanan dizilerin yarıdan fazlası bu sezon sonunda, yani Haziran'da final yapıyor (Gönülçelen, Ezel, Aşk ve Ceza, Kurtlar Vadisi Pusu, Unutulmaz, Aşk Bir Hayal). Bitecek olan dizilerinin yerini yavaş yavaş yeni dizileriyle doldurma telaşına düşen ATV yönetimi Nisan başında çok zekice(!) bir hamle yaparak birçok dizisinin gün ve saatlerini değiştirdi. Hangi akla hizmet böyle bir hareket (daha doğrusu harakiri) yaptılar bilemiyeceğim ama ATV yöneticilerinin yayın politikası konusunda arka arkaya bu kadar stratejik hata yapmaları anlaşılır şey değil doğrusu, resmen deneme yanılma yoluyla program akışı belirliyorlar!! Yaptıkları bu operasyon yüzünden daha önceki gününde reytingleri hiç de fena olmayan "Bitmeyen Şarkı" dizisi Öyle Bir Geçer Zaman ki'nin karşısına konup reytingleri bir anda dibe vurunca mecburen geçen hafta erken final yapmak zorunda kaldı. Yeni başlayan ve gayet güzel giden "Herşeye Rağmen" dizisi daha 3. bölümünde gün ve saat değiştirip gece saat 23:00 civarında yayınlanmaya başlayınca reytingleri bir hayli geriledi. İnşallah bu güzel dizi de yakında ATV'nin hatalarının kurbanı olmaz. Bütün yeni dizilerini Cuma günü deneme inatları yüzünden Gönülçelen'i Pazar günü saat 22:00'ye kaydırıp onun yerine önce Tövbeler Tövbesi sonra Herşeye Rağmen dizilerini tutundurmaya çalıştılar, ama yine yanıldılar ve daha önce de yazdığım gibi rekabetin en yoğun olduğu bu günde Gönülçelen'in yerini başka dizinin alamayacağı konusunu bir türlü anlayamadılar ve maalesef hala akıllanmadılar. Gönülçelen, Aşk ve Ceza, Ezel gibi kemikleşmiş seyircisi olan diziler hangi gün yayınlanırsa yayınlansın bir şekilde izlenip ilk 5'e giriyor zaten ama seyircinin bu kanala olan kızgınlığı her geçen gün arttığı  için artık insanlar dizilerini ATV yerine internetten izlemeyi tercih ediyorlar. Bu gidişle "Dizi ATV'de izlenir" sloganı "Dizi ATV'de katledilir" şeklinde değiştirilecek, zira yanlış planlama yüzünden ATV tam bir dizi çöplüğüne döndü. Sonuç itibarıyla ATV'nin Nisan ayı karnesi kırıklarla dolu ve bu zihniyetle giderlerse bütünlemede de kurtaramayacaklar, benden söylemesi...

Gönülçelen'de son 7 bölüme geldik ama hala Murat hocanın dilini çözemedik. Adam bir türlü Hasret'e aşkını itiraf edemedi. Aslında alt yapıyı hazırladı; besteyi yaptı, Hasret'i tekrar birlikte çalışmak konusunda ikna etti, kızımızı istemeyen annesine resti çekip kendine yeni ev tuttu, hatta son bölümde nihayet Hasret'in yanağına bir öpücük de kondurdu, artık sadece beklenen adımı atması kaldı. Bu haftaki bölümde Hasret'in mahalledeki eski aşkı Cihan 1 yıl aradan sonra tekrar ortaya çıkıyormuş. Bu gelişmeyle birlikte, sona da yaklaştığımız için kabız Murat hocanın kıskançlık duygusuyla artık mecburen bir atak yapacağını ve bizi çok şaşırtacağını umut edelim bari, yoksa seyirci hakkını helal etmeyecek ve milletin gözü açık gidecek yani. Aşağıdaki linkten izleyebileceğiniz fragman da güzel gelişmelerin habercisi gibi. Bu arada Gönülçelen'in yıldızları Tuba Büyüküstün ve Cansel Elçin geçen hafta Siyaset Dergisi tarafından "Yılın en iyi kadın ve erkek oyuncusu" ödülüne layık görüldü. Bu yıl Tuba'ya bayağı uğurlu geldi, hem Gönülçelen'deki performansı ile Türkiye'de hem de Asi ile yurtdışında çok sayıda ödül aldı ve adından bolca söz ettirdi. Önümüzdeki yıllarda da bu popülaritesinin artarak devam edeceğini düşünüyorum şahsen..
http://www.dailymotion.com/video/xikfgb_gonulcelen-50-bolum-fragmany_shortfilms

Kıvanç Tatlıtuğ’un 2 ayrı reklam filmi geçtiğimiz ay içinde ekranlarda dönmeye başladı. Mavi Jeans reklamında Kıvanç'a Brezilyalı model Guisela Rhein eşlik ediyor ve bir önceki reklamda olduğu gibi yine Kıvanç "Vay vay vay, çantaya bak!" diyor. Tabii o öyle derken, milletin de içi gidiyor, dibi düşüyor :) Bu replik bayağı bir slogan haline geldi, geçenlerde Nişantaşı'nda dolaşırken bir grup gencin bu ifadeyi kullanarak aralarında şakalaştıklarına şahit oldum. Kıvanç reklamda bunu son derece doğal söylüyor ama aslında çekimlerde en zorlandığı sahne burası olmuş. Geçenlerde izlediğim bir röportajında bu sahnede niye zorlandığını anlatırken; aslında çok utangaç bir yapısı olduğunu, dışardan çok özgüvenli zannedildiğini, ama normalde böyle durumlarda elinin ayağının birbirine girdiğini, dolayısıyla da gerçek hayatta asla bu şekilde bir söz söyleyemeyeceğini falan anlatıyordu (çok şekerdi!). Diğer reklam filminde de Yedigün’ün yeni ürünü Limonetto’yu tanıtıyor. Her 2 reklamda da 'hem sempatik, hem yakışıklı' bir delikanlı seyrediyoruz. Henüz izlememiş olanlar bu reklamlara aşağıdaki linklerden ulaşabilirler. Bu arada Kıvanç'ın yazın çekeceği film büyük ihtimalle netleşmiş. "Top Gun" benzeri bir filmde, donanma pilotunu canlandıracak olan Kıvanç'a Özgü Namal eşlik edecekmiş. Eminim bu rol Kıvanç'a çok yakışır, keşke bayan oyuncu tercihi farklı olsaydı tabii. Yanlış anlaşılmasın, Özgü gayet iyi rol yapan bir oyuncu ama nedense Kıvanç'ın yanına Tuba, Beren gibi  isimleri daha çok yakıştırırdım sanırım.
http://www.youtube.com/watch?v=eNx44m5r5nI
http://www.youtube.com/watch?v=ftVYdKwHOFM

Geçen hafta yapılan 2.Antalya Televizyon Ödülleri sahiplerini buldu. "Muhteşem Yüzyıl" yılın en iyi drama dizisi ve ayrıca en iyi dönem dizisi seçildi. En iyi komedi dizisi ise gecede 6 ödül ile en çok ödül kazanan "Yahşi Cazibe" oldu. Geceye Muhteşem Yüzyıl'ın Hürrem Sultanı Meryem Uzerli damgasını vurdu. Gerek kırmızı halıdaki röportajı gerekse ödül töreni boyunca dizisi ödül aldıkça hem masada hem de sahnedeki sevinç gösterileri ve özellikle de şen kahkahaları eşliğindeki ödül konuşması acayip sevimliydi. Töreni sunan Oktay Kaynarca, en iyi dizi seçilen Muhteşem Yüzyıl ekibinden kimin konuşma yapacağını dizinin yapımcısına sorarken; 'bak şimdi lafı Meryem'e vericem, hepiniz yanacaksınız!' deyince salonda gülüşmeler oldu. Sonunda Meryem kürsüye davet edildi ve yine çok şeker bir konuşma yaptı, sanırım en çok alkışı da o aldı. Bu kızda gerçekten şeytan tüyü var, o kadar doğal ve sempatik ki o nedenle çok seviliyor :)Meryem'in o geceki konuşmalarını aşağıdaki linklerden izleyebilirsiniz.
http://www.youtube.com/watch?v=at8tCiDa5oA&NR=1
http://www.youtube.com/watch?v=KCFAlLZZNh8&NR=1

Fatmagül’ün Suçu Ne?’nin son bölümlerinde tempo bir hayli yükseldi ve heyecan iyice arttı. Bu bölümlerde Beren Saat oldukça zor birkaç sahnede müthiş bir oyunculuk çıkardı ve inanılmaz gerçekçi oynadı. Bu arada dizide Fatmagül ile Kerim de her geçen gün biraz daha yakınlaştı. Bu akşam yayınlanan son bölümde Fatmagül’ün duruşma tarihinin 16 Haziran'da olacağı söylendi. Sanırım o gün dizi sezon finali yapacak ve en heyecanlı yerinde kalacak. Geçen hafta yapılan Antalya TV Ödüllerinde Beren Saat ve Fatmagül dizisi ödül alamadı gerçi ama bence Beren gecenin en şık ve hoş bayanlarının başında geliyordu. Elbisesini ve saçını, makyajını falan çok beğendim.

Ezel dizisini son haftalarda pek takip etmiyorum. Zira artık konu tamamen mafya çatışmasına döndü ve her hafta silahların patladığı, birilerinin vurulduğu-öldürüldüğü, Kurtlar Vadisi formatında bir dizi halini aldı. O nedenle benim için bütün cazibesini yitirmeye başladı. Zaten Haziran'da da final yapıyor.

Dün akşam yapılan Formula Futbol Şöleni maçında ünlülerimizden oluşan All Star takımı ile Formula 1 pilotları karşılaştı. Bizim Fenerbahçe stadında oynanan ve geliri kimsesiz çocuklara bırakılacak olan maçı ünlülerimiz 6-5 kazandılar. Ünlüler takımında Cansel Elçin, Engin Altan Düzyatan, Yılmaz Erdoğan, Sarp Apak, Özgür Çevik, Kerem Alışık, İbrahim Kendirci, Ersin Korkut gibi oyuncular ve bazı eski futbolcular vardı. Maçta Cansel futbolculara taş çıkartır bir performans sergiledi, özellikle yaklaşık 30 metre mesafeden sol ayağıyla çektiği süper bir şut vardı ki top önce üst direğe ardından kale çizgisine çarptı. Top çizgiyi geçti mi geçmedi mi bilemiyorum ama gerçekten nefis bir şuttu, eğer gol olarak sayılsaydı jeneriklik olurdu. Bu arada sanırım maç sırasında Cansel'in kaşı da yarılmış ama neyse ki önemli birşeyi yokmuş.

Geçtiğimiz ay içinde birçok ünlüyle karşılaştım. Mesela Nisan başında bir Pazar günü Bebek kahvede Cansel Elçin'e rastladım. Birkaç kızla sohbet ediyordu, Cansel bütün sempatikliğiyle onlara hararetli hararetli birşeyler anlatıyordu (daha sonra bir dergide röportajını okuyup resimleri görünce bu buluşmanın dergi için yapıldığını anlamış oldum). Sonra kızlardan biriyle tavla oynadı, Cansel kötü zar atınca kafasını falan sallıyordu. Gayet şeker ve yakışıklı görünüyordu. Sedef Avcı ve eşi Kıvanç Kasabalı'yı birkaç gün arayla önce Kanyon sonra Akmerkez'de 2 kez gördüm. Her ikisi de çok hoş ve birbirine çok yakışan bir çift. Allah mutlu etsin. Gani Müjde ile Antalya Havaalanında karşılaştım, biraz CIP salonunda ve uçağa giderken biraz da İstanbul'a vardığımızda vale parkta arabalarımızı beklerken sohbet ettik, yine çok sıcakkanlı ve sempatikti. Yoğun seyahat temposundan ve bu arada ekibiyle beraber Yahşi Cazibe'nin senaryosunu yetiştirme telaşından bahsetti. Biz görüştükten 2 hafta sonra da Antalya TV ödüllerinde Yahşi Cazibe ile en iyi senaryo ödülünü aldı. Geçen hafta içinde bir akşam da Nişantaşı'ndaki Cento Per Cento'da Hande Ataizi'yi gördüm. Kadın bayağı minyon bir tipmiş, öyle boylu poslu falan değil ama yüzü hoş. Son olarak da geçen haftasonu Rumeli Hisarında Zeynep Tunuslu'ya rastladım. Resmen kemikleri sayılacak kadar zayıftı. Hep mi öyleydi yoksa Survivor adasında aç susuz kaldıktan sonra iyice mi zayıflamıştı bilemiyeceğim ama iskeletordan biraz halliceydi işte.

Türkan dizisi ne yazık ki yeterli reytingi alamadığı bahanesiyle birkaç hafta önce bitirildi, ama onun yerine sinema filmi çekildi. Hayatının son 6 gününün anlatılacağı film, Türkan Saylan'ın ölümünün 2. yıldönümü olan 18 Mayıs 2011'de vizyona girecekmiş. Türkan Saylan'ı Rüçhan Çalışkur'un canlandırdığı filmde ayrıca Binnur Kaya, Ragıp Savaş, Tardu Flordun, Altan Erkekli, İsmail Hacıoğlu, Özge Özder, Şevket Çoruh gibi sinema dünyasının pek çok ünlü yıldızı da rol alıyormuş. Ben o hafta ABD'de olacağım ama dönünce bu filmi mutlaka izleyeceğim.

Yazımın son bölümünü Los Angeles'da yaşayan sevgili arkadaşım Devrim'e ayırmak istiyorum (hani 10 yıl önce Los Angeles'da Tom Cruise'u 1 saatle kaçırdığımı anlattığım geçmiş yazılarımdan birinde evinde kaldığımdan bahsettiğim arkadaşım). İşte çok uzun yıllardır ABD'de yaşayan, benim çocukluk arkadaşım olan Devrim bana 2 hafta önce mesaj atıp haber verince ve ben de kendisini TRT'de "Hollywood'da yaşayan ünlü Türklerin" anlatıldığı bir programda izleyince acayip mutlu oldum ve gurur duydum. Bir süredir görmediğim Devrimciğim ABC, NBC, MTV gibi kanallarda yayınlanan çok önemli projelere imza atan ve hatta birkaç kez Emmy'e de aday gösterilen başarılı bir yönetmen/yapımcı olmuş. Zaten ben yanına gittiğimde de ABC'de çalışıyordu ve dizilerin fragmanlarını, grafik tasarımlarını falan hazırlıyordu. O günden bugüne acayip yol almış, özellikle son birkaç yılda milyonlarca kişinin izlediği America's Next Top Model, Bachelor, The Hills, Biggest Loser, The Young and The Restless gibi programları yapmış ve bu projelerle Emmy'e aday olmuş. Bunlar içinde MTV'de yayınlanan, Devrim'in yönetmenliğini yaptığı "The Hills", ABD'de TV tarihinin yönünü değiştiren en önemli 100 projeden biri seçilmiş, daha ne olsun!! Süpersin arkadaşım, vallahi seninle gurur duyuyorum ve başarılarının devamını diliyorum. Haa bi de, mümkünse bir sonraki projeni Brad Pitt'le yapmanı ve beni de yanına asistan olarak almanı rica ediyorum :) :)

Uzun süre ara verince yine yazacak çok şey birikti ve yazı da haliyle uzun oldu. Neyse artık, siz böyle uzun yazıları aylık bülten gibi düşünün ve ara sıra girip bölüm bölüm okuyun, ne yapalım. Yazımı bitirirken hem kendi annemin hem de bütün annelerin "anneler gününü" şimdiden kutluyorum. Bir sonraki yazımı Ayın Mekanına ayıracağım, bakalım neresi olacak? Bence birkaç aydır beklediğinize değecek. Sevgilerimle...