28 Şubat 2011 Pazartesi

Bu Ayın Mekanı Fransız Alp'leri Oluyor...

Bu ayın mekanı olarak hala kış sezonu devam ediyorken Alp'leri seçtim. O nedenle bu yazım daha çok kayakseverleri ilgilendirebilir, baştan söyleyeyim. Ama arada komik hikayelerim de olacak, belki bu yüzden kayak sevmeyenler de okumak isteyebilir (nasıl teasing ama, 'gel,ne olursan gel' söyleminde birşey oldu!) Şubat'ın ilk haftası Fransız Alplerinde yer alan La Plagne kayak merkezinde idik. Lyon'a uçup oradan yaklaşık 3 saatlik bir karayolu ile La Plagne'a vardık. Bu arada bizim uçakta Kanal D'nin CEO'su İrfan Şahin de vardı, onların grubu da başka bir transfer aracıyla muhtemelen Fransız Alp'lerinde La Plagne'a komşu olan Courchevel, Val D'lsere, Meribel gibi ünlü kayak merkezlerinden birine doğru yola çıktılar. Bizim La Plagne'da olduğumuz hafta Cem Uzan ve Derin Mermerci çifti de Courchevel'de kayak yaparken magazin basınına yakalanmışlardı. İki hafta önce de Courchevel'de tatil yapan bir arkadaşım Mehmet Ali Erbil'in eski karısı Tuba Erbil ile sevgilisi Önder Fırat'ı (Kıvanç Tatlıtuğ'un eski kız arkadaşı İdil Fırat'ın babası) orada görmüş. Yani anlayacağınız bu kış sosyetenin gözde mekanı Courchevel olmuş:)

Biz gitmeden önceki birkaç hafta oralara hiç kar yağmamış, dolayısıyla yol boyunca çayır çimen görüp karın zerresine bile rastlayamayınca önceleri endişelendik açıkçası ama La Plagne’a varınca korkumuz geçti. Zira adamlarda bütün gece kar makinaları çalıştığı için pistlerin durumu gayet iyiydi. Ayrıca La Plagne, zirvesi 3250 metre olan oldukça yüksek bir dağ olduğu için de tepedeki karlar pek erimiyordu. Önümüzde göz alabildiğince karlı dağlar ve pistler sıralanıyordu.

Kalabalık ve rahatına düşkün bir grup olarak gittiğimiz için otel yerine evde kalmayı tercih ettik. Karşılıklı 2 daire kiraladık. Zaten eğer az kişi değilseniz otelde kalmak yerine bir şale (dağ evi) kiralamak çok daha mantıklı ve konforlu. Bu arada evde yemeklerinizi yapan ve evi temizleyen birilerinin olması da şart tabii. Ayrıca kiraladığınız dağ evinin dağ başında (yani pistlerden çok uzakta) olmaması da en önemli ayrıntı. Bizim evler hemen pistlerin üstünde olduğu için çok rahattı, aşağı inip direk kaymaya başlayabiliyorduk. Kaldığımız 7 gün boyunca hava şahaneydi ve günlük güneşlikti. Gerçek kayak zevki yaşamak isteyenler Alplere gitsinler. Tamam Türkiye'nin dağlarıyla özdeşleşen salep, sucuk-ekmek gibi keyifler yok belki ama kaymanın tadı da bir başka oralarda.

La Plagne'nın köyünde pek bir numara yoktu ama pistleri süperdi. Burada 180 tane pist varmış ve bu pistlerin toplam uzunluğu 300 kilometreymiş. 1 hafta boyunca isteseniz aynı pistten iki kere kaymayabilirsiniz, elinizde haritayla ve tercihen tüm pistleri bilen bir hocayla birlikte kaymak en güzeli. Teleferik veya telesiyejle zirveye çıkıp sonra durmadan kilometrelerce kayabiliyorsunuz, bir dağdan başka bir dağa geçiyorsunuz. Bize rehberlik eden kayak hocası Mark’ın ifadesine göre kaymak için pistler açısından en güzel kayak merkezlerinden biri La Plagne’mış. Son dünya şampiyonu da La Plagne’dan çıkmış.

Elif'ler, Aylin'ler, Çağla'lar ve Ömer'lerden oluşan grup arkadaşlarım birkaç senedir buraya geldikleri için pistleri biliyorlardı, bense onları takip ediyordum. Haftanın 7 günü spor yapıp kondisyonları iyi olan ya da kendileri 7 aylık olup önden haldır haldır giden bazı arkadaşların peşinden koşturmaktan helak oldum vallahi. “Bırakın beni gidin, ben arkadan gelirim, aralarda durarak, manzara resimleri falan çekerek inerim ” diyorum onu da kabul etmiyorlar, kafelere oturmamızla kalkmamız bir oluyor, neredeyse çayımızı kahvemizi de elimize alıp kayarken içeceğiz, o derece yani!! “Hadi hadi” ve “let’s go” lafları en sinir olduğum kelimeler oldu tatil boyunca. Sanki nereye yetişiyorsak?? Ayol tatile mi geldik, spor kampına mı belli değil, gören de olimpiyatlara hazırlanıyoruz falan zanneder, bir önceki şampiyon buradan çıkmış ya, sanki bu yılki şampiyon da bizim gruptan çıkacak, herkeste bir hırs, bir azim, bir disiplin, sormayın gitsin!! Tabii bütün bu temponun ardından benim aylardır doğru düzgün spor yapmayan narin bedenim günde 4 saat kayınca nereden geldiğini şaşırdı ve ilk birkaç gün bütün kaslarım tutuldu vallahi. Her gün Felden Jel ile tutulan kaslarıma masaj yapmak durumunda kaldım. Neyse tatilin son birkaç günü ağrılarım geçti ve kondisyonum arttı da daha keyifli kaydım bari.

Bir gün de komşu kayak merkezlerinden biri olan Les Arcs'a gittik, orası da çok keyifliydi. Les Arcs’a giderken gondolla bir dağdan diğer dağa geçip oranın pistlerinde kaydık. Ayrıca bu tatilden aklımda kalan hoş enstantaneler arasında 8-10 tane köpeğin çektiği kızaklar, bacakları olmayan kişiler için özel tasarlanmış kayakla yanımızdan süratle kayan engelliler ve ayaklarında kayakla yamaç paraşütü yapanlar vardı.

Aslında Alplere ilk yolculuğum bundan 10 yıl önce başlamıştı. Bugüne kadar İsviçre'de Nendaz,Davos,St.Moritz, Fransa'da Alp Duez, Avusturya'da San Anton ve Kitzbuhel'de kaydım. Bunlar dışında Romanya'da Braşov, Bulgaristan'da Borovetz ve Slovenya'da da kayağa gittim. Her yerin ayrı bir özelliği ve güzelliği vardı, kimisinin pistleri güzeldi kimisinin köyü, kimisinde kaldığımız şalenin manzarası nefisti kimisinde restaurantlar/kafeler iyiydi. Hepsiyle ilgili onlarca güzel anım var, hangi birini anlatsam. En aklımda kalan ve yıllar sonra bile her hatırladığımızda güldüğümüz birkaç tanesinden bahsedeyim.

Alplerdeki ilk göz ağrımız Nendaz'da, Allah'ın İsviçre'sindeki dağ başında küçücük bir köyde yaşayan ana-kız 2 Türk'e rastlayıp kadının aşırı ısrarları sonucu ayıp olmasın diye daha kayaktaki ilk günümüzde evlerine gidip Tarhana çorbası içmemiz (sanki severmişim ve çok özlemişim gibi!), bu esnada da kadının anlattığı evrendeki bilmem ne kapısının açılıp diğer boyuta geçtiği ile ilgili egzantrik hikayelerini dinlememiz oldukça ilginç bir deneyimdi doğrusu!! Sanırım dağın zirvesinde yaşayıp göğe bu kadar yakın olunca bir süre sonra bu tarz uçmalar görülebiliyor:) Acaba her gittiğim yerde böyle tuhaf öyküler ve insanların beni bulması da bir tesadüf mü??

Şimdi anlatacağım hikaye San Anton tatilimiz sırasında kardeşim Özi'nin başka birinin kayaklarını ayağına takıp aşağıya kadar onlarla inmesiyle ilgili. Özi'ye kırmızı renkli Fischer marka kayak kiralamışken tepedeki bir kafeden ayrılırken hiç farkında olmadan kendi kayağı diye orada bulduğu gri renkli Atomic marka kayakları ayağına geçirip hiç istifini bozmadan elalemin kayağı ile bir güzel aşağı kadar inmişti. Kayakların numarası dışında birbirlerine hiçbir benzerliği olmamasına, rengi-markası-tipi falan tamamen farklı olmasına rağmen nasıl karıştırılır ve tesadüfen eline aldığı ilk kayak ayağına nasıl cuk diye oturur inanılır gibi değil yani. Bu arada aşağı indiği zaman olayı kendisinin farkettiğini zannediyorsanız yanılıyorsunuz, kayakları eline almış gayet güzel eve doğru giderken durumu tabii ki ben farkettim. İşin kötüsü bu değişimi son iniş sırasında yaptığı, hava kararmak üzere olduğu ve artık teleferikler falan da kapandığı için yukardaki kafeye mecburen taksiyle gidip aldığı kayağı kendisininkiyle değiştirerek söylene söylene geri gelmişti. Allahtan gittiğinde hala kayakları oradaymış, bir başkası da Özi'nin yaptığı gibi onun kayaklarını alıp gitmemiş.

Son olarak bahsedeceğim hikaye; sanırım Alp Duez'de iken, benim rampaların üzerinden kaya kaya (daha doğrusu hoplaya hoplaya) giderken gittikçe havalanıp artık son rampada hızımı alamayarak tosbağa gibi sırtüstü yuvarlanmam, o esnada arkamdan kayan ve bu sahneyi gören arkadaşlarımın (özellikle Volki'nin) günlerce hatta yıllar sonra bile her hatırladıklarında gözlerinden yaş gelerek gülmeleri de unutulmaz kayak anılarımızdan biridir.

Alplerle ilgili söyleyeceğim son söz, oralarda kaydıktan sonra Türkiye'deki pistler oldukça primitif kalıyor. Kayak tutkunları bir fırsatını bulup oralara gitsinler ve nirvanaya ersinler. Bir sonraki yazımda TV dünyasından haberlerle buluşuncaya kadar şimdilik hoşçakalın...

20 Şubat 2011 Pazar

2010 Medya Oscar Ödülleri Favori Dizilerime Gidiyor...

Fransa, ardından Atina derken bir süredir buralarda olmadığım için yazı yazmaya pek vakit bulamamıştım. Bakalım bu süre zarfında Orada neler olmuş??

Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği tarafından verilen "2010 Medya Oscar Ödülleri"nin sahipleri belirlenmiş. Medya alanında Türkiye'nin en köklü derneği olan ve 36 yıldır Medya Oscarları dağıtan dernek; Yılın TV Dizisi olarak Ezel'i seçerken, Gönülçelen'in başrol oyuncusu Tuba Büyüküstün'ü Yılın Kadın Oyuncusu, Aşk-ı Memnu'nun Adnan beyi Selçuk Yöntem'i de Yılın Erkek Oyuncusu olarak seçmiş. Eski yazılarımı okuyanlar hatırlayacaktır; böylece 2010 yılı için belirlediğim 3 favori dizim de ödül almış oldu. Tabii en iyi erkek oyuncu ödülünü Adnan bey yerine Behlül (Kıvanç Tatlıtuğ) kazansa çok daha memnun olurdum ama ne yapalım artık, o benim gönlümün birincisi:) Ödüller 23 Şubat'da yapılacak törenle sahiplerine verilecekmiş.


Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi Kıvanç Tatlıtuğ, Full Ekran programına konuk olarak hem Los Angeles’ta bir araya geldiği ünlü yönetmen James Cameron ile görüşmesinin detaylarını anlattı hem de gelecek projelerinden bahsetti. Önümüzdeki aylarda bir sinema filmi çekeceğini söyledi ama pek detay vermedi (daha sonra basında bu filmde başrolü Özgü Namal ile oynayacağına dair haberler çıktı ama ne kadar doğru bilmiyorum. Açıkçası Özgü Namal en favori artistlerimden biri olmadığı için haberin doğru olmaması beni pek üzmez şahsen). Gelecek sene yeni bir dizi projesi olduğundan söz etti. Bu dizi de Kıvanç'ın daha önce rol aldığı “Menekşe ile Halil”, “Aşk-ı Memnu” ve “Ezel” dizilerinin yapımcısı Kerem Çatay'ın sahibi olduğu Ay Yapım tarafından çekilecekmiş ve Kıvanç bu dizide farklı bir karakteri (galiba bir boksörü) canlandıracakmış. Kıvanç'ı her hafta ekranlarda görmeyi çok özledik vallahi, o nedenle bu habere oldukça sevindiğimi itiraf etmeliyim. Sohbet sırasında Kıvanç'ın Ulus’ta oturduğunu (yani bize komşu olduğunu) ve Tarkan'ı çok beğendiği için bütün CD’lerine sahip olduğunu da öğrenmiş olduk. Bende de Tarkan'ın bütün CD'leri var, hatta Türkiye'de satışa sunulmadığı için kimsede olmayan Fransa'da çıkardığı albümü bile var, eğer Kıvanç'da bu CD yoksa kendisine bir kopya verebilirim yani, o bakımdan :)

Tuba Büyüküstün ve Kıvanç Tatlıtuğ Arap aleminde idol olmuş durumdalar. Nitekim Serdar Turgut da 10 gün önce yazdığı 'Mısır'ı Tuba Büyüküstün çözer' başlıklı bir yazısında bu konuya vurgu yapmış. Tuba'nın Fas seyahati sırasında bir dergiye verdiği röportaj ve Fas'ın yerel kıyafeti kaftan ile çektirdiği resimler çok ses getirmiş. Kıvanç Tatlıtuğ da Dubai'de MBC kanalında yayınlanan bir programa konuk olup marka elçisi olduğu İstanbul Shopping Fest (İstanbul Alışveriş Festivali)'nin tanıtımını yapmış. 18 Mart-26 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan festivale bu tanıtımlarla Körfez'den 500 bin ek turist gelmesi bekleniyormuş. Kıvanç, Dubai'nin ardından Suriye ve Lübnan'da da tanıtımlara katılacakmış. Geçenlerde Sudan'a giden bayan bir gazetecinin gezi notlarında yazdığı; 'bir dergi kapağında Tuba Büyüküstün'ün ve berber dükkanında Kıvanç Tatlıtuğ'un fotoğraflarını görmek çölde su bulmak kadar iyi geldi' cümlesi herşeyi çok net anlatıyor sanırım:)


Gönülçelen'in senaryosu son birkaç haftadır bir hayli toparladı ve geçmiş bölümlerde iyice drama dönen ve gereksiz nişan işi yüzünden zaman zaman seyircilerin tepkisini çeken dizi tekrar ilk sezondaki romantik komedi tadında ilerlemeye başladı. Özellikle bir önceki bölümden çok keyif aldığımı belirtmeliyim. Diziye Murat'ın kankası olarak giren ama Murat'ın oyunuyla sanki sevgilisi gibi davranan Ceren karakterini iyice kıskanan Hasret'in Murat'ı restaurantda gizlice takip edicem diye yerlerde süründüğü ve sonunda pastaya yapıştığı sahnede kahkalar attım vallahi, çok eğlenceliydi. Ceren'le her konuda yarışa giren Hasret şimdi de onun sınıfında Fransızca dersleri almaya başladı. Zavallı kız yaa, Murat'ın peşinde helak oldu valla. Kabız Murat da Ceren'in bütün çabalarına rağmen hala bir harekete geçemedi, gerçekten hem Hasret'in hem de izleyicilerin ömrünü yedi!! Sonunda sanırım bu düğümü Ceren çözecek ve Murat hoca mecburen dile gelecek. Dizi tekrar eski güzel bölümleri gibi olunca bu durum hemen reytinglere de yansıdı ve reyting oranları yeniden yükseldi. Seyircilerin şimdiki şikayeti ise dizinin yayın saati. Kızım Nerede dizisi 20:00 kuşağında tutmayınca tahmin ettiğim gibi onu Cumartesi akşamı 23:00'e aldılar ve onun yerine Çocuklar Duymasın dizisini haftada 2'ye çıkarıp hem Çarşamba hem de Cuma akşamları 20:00'de yayınlamaya başladılar. Gönülçelen de Cuma akşamları onun ardından 23:00'de yayınlanıyor. Bu saat benim daha çok işime geliyor açıkçası ama birçok seyirci için 23:00 geç bir saat ve bu nedenle kanala tepkiler yağıyor. Bu konuda birkaç gün önce Mesut Yar da "Gönülçelen'in Yaptığına Bak" başlığıyla bir yazı yazdı ve oğlu ilkokula giden bir okurunun şikayetini yayınladı. Bu seyircinin oğlu kendisine rol model olarak Murat hocayı alıp gece gündüz piyano çalışıyormuş ve hatta başarılı geçen bir resitalin sonunda 'Nasıl anneciğim, Murat Turalı gibi çaldım mı?' diye soruyormuş (ne şeker!). Mafya veya tecavüz hikayeleri, ağır aile dramları gibi diziler 20:00 kuşağında yayınlanırken aileler tarafından bu kadar sevilerek izlenen, insanlara müzik aşkı aşılayan Gönülçelen dizisinin, çocuklarının yatakta olması gereken bir saatte yayınlanması izleyicileri çileden çıkarıyor gerçekten. Bakalım ATV yönetimi bu tepkilere kulak asacak mı, yoksa bu saatte bile reytingleri yeterince yüksek olan dizimizi aynı yerinde tutacak mı??

Türkan dizinin yayın günü yine değişti. Türkan, 3 kez gün değiştirdikten sonra yayına ilk başladığı gün olan Perşembe akşamı saat 23:15'e geri döndü. Dizinin tekrar Perşembe günü Fatmagül'ün Suçu Ne? dizisinin arkasına alınması ratinglerine de olumlu yansıdı. Dilerim artık bu son değişiklik olur. Ayrıca dizinin kadrosuna Türkan Saylan'ın hocası Prof. Dr. Cihat Yemni karakteri ile Uğur Polat da dahil oldu.

Yine tahminlerimde yanılmadım ve Muhteşem Yüzyıl'la aynı zamanda yayına giren Kanal D'nin "Şüphe" dizisi tutmayarak 1 hafta önce ekranlara veda etti. Bu konuda basında 'Hürrem'in ilk kurbanı Şüphe dizisi oldu' şeklinde haberler bile çıktı, bakalım bundan sonra kimler Hürrem'in gazabından nasibini alacak. Bu arada Hürrem rolüyle Meryem Uzerli gerçekten çok başarılı bir oyunculuk çıkarıyor, hatta bu konuda dizideki rol arkadaşlarını da gölgede bırakmış durumda, dizinin en fazla konuşulan karakteri Hürrem oldu. Ezel'in yıldızı Kenan İmirzalıoğlu da Muhteşem Yüzyıl'a övgüler yağdırıp diziye gösterilen tepkilerle ilgili olarak "Bu ülkede her zaman iyi işler eleştirilir. Bunları önemsememek lazım" demiş.

Bu ay 2 yeni komedi dizisi başlıyor. Bunlardan birisi başrollerini Kadir İnanır, Kenan Ece ve Mustafa Üstündağ'ın paylaştığı "İzmir Çetesi" 26 Şubat Cumartesi akşamı saat 20:00'de Star TV ekranlarında olacak. Kenan Ece'yi beğenirim ama diğer oyuncular ve dizinin tarzı beni pek cezbetmedi açıkçası. Diğer dizi de bu Pazar akşamı saat 20:00'de Kanal D'de başlayacak olan Meltem Cumbul ve Oktay Kaynarca'nın başrollerini oynayacağı "Nuri" dizisi. Ben her iki diziyi de izlemeyi pek düşünmüyorum ama aranızda seyretmek isteyenler olabilir diye haber vereyim dedim.


Bu aralar arka arkaya yeni Türk filmleri vizyona giriyor. Bu filmlerden bazıları hakkında kısa kısa notlar vereyim;
- Bu hafta vizyona giren ilk film Türkiye-İtalya ortak yapımı olan “Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak”. Filmin başrollerini Dünyaca ünlü İtalyan oyuncu Claudia Cardinale, İsmail Hacıoğlu, Fahriye Evcen ve Teoman Kumbaracıbaşı paylaşıyor. Bu arada geçen hafta bir akşam Mikla restaurant'da filmin başrol oyuncularından Claudia Cardinale'yi gördüm, kendisine yemekte filmdeki rol arkadaşı Teoman Kumbaracıbaşı (Eyvah Eyvah 2 filmindeki gitarist çocuk) eşlik ediyordu. Tabii kadın artık 73 yaşına geldiği için eski güzelliğinden eser yoktu, kendisini tanımakta bile zorlandık doğrusu.
- Diğer filmlere gelince; Özcan Deniz'in başrolü Deniz Çakır ile paylaştığı ve kendi yönettiği romantik komedi türündeki 'Ya Sonra' adlı film 25 Şubat'ta gösterime girecek. Engin Altan Düzyatan ve Berrak Tüzünataç'ın başrollerini paylaştığı 'Bir Avuç Deniz' filmi 11 Mart'ta izleyiciyle buluşacak. Yine 11 Mart'ta (veya bir ihtimal 25 Mart'ta) vizyona girecek olan, iki radyo programı yapımcısının hayatlarını anlatan 'Kaybedenler Kulübü' filminde de başrolleri Nejat İşler, Yiğit Özşener ve Ahu Türkpençe paylaşacak.


Dün bir program için Çiğdem Anad ve Gani Müjde ile biraradaydık, zaten her ikisiyle de geçtiğimiz ay tanışıp sohbet etme fırsatı bulmuştuk. Gani Müjde televizyonda da gözüktüğü gibi sempatik ve komik birisi. Ama beni asıl şaşırtan Çiğdem Anad oldu doğrusu. Kendisine de söylediğim gibi TV'de çok ciddi duran bir kadın gerçeğinde bu kadar mı sıcakkanlı, güleryüzlü, eğlenceli ve şeker olabilir. Çok sevdim kendisini:)

Geçen hafta Aşkın Nur Yengi'nin Gözümün Bebeği isimli yeni albümünden bazı şarkıları dinledim. Özellikle 'Başka Sözüm Yok', 'Kibrit ve Alev' ile 'Ayrı Gayrı' isimli slow şarkılarını oldukça beğendim. Bu şarkıları aşağıdaki linklerden dinleyebilirsiniz. Bu arada Aşkın Nur Yengi'yi dinlerken onunla ilgili yıllar öncesine ait bir anımı da tebessümle hatırladım, sizlerle de paylaşayım; Bundan 8-10 yıl önce Aşkın Nur Yengi bizim bir şirket toplantımızda sahne alıyordu, o zamanlar şişe çalması da çok popülerdi, bir ara benim oturduğum masaya gelip masadakilere de şişe çalmayı denettirdi, tabii ki çok yetenekli olduğumuzdan(!) kimse beceremedi, kadın bizimle bayağı eğlendiği için mükafat olarak "bir istek parçası seçin, sizin için onu söyleyeceğim" dedi. Benim de aklıma şimdi ismini hatırlayamadığım bir şarkı geldi ve "sanırım sizin ilk kasetinizde vardı bu şarkı" dedim. Demez olaydım, Aşkın Nur Yengi o anda yarı şaka yarı ciddi bir tonda "Sen beni Safiye Ayla ile karıştırdın herhalde, bu şarkı 50 yıl öncesine ait, ben o kadar yaşlı mıyım" falan deyip ben sana gösteririm tarzı bir bakış fırlattıktan sonra beni sahneye çıkararak tüm salondakilere benim için söyleyeceği şarkıyı anons etti. Bilin bakalım şarkı neydi?? Yedi Kocalı Hürmüz!! Biz sahnede Aşkın ile birlikte "Tanrım bana 3 tane, 3 de yetmez 5 tane, 5 de yetmez 7 tane ver ver, ver Allahım ver" şeklinde şarkıyı mırıldanırken Aşkın bir yandan da salondaki beylerden 3,5,7 tanesini yanıma dizmekle meşguldü. Acayip gülüp eğlenmiştik, çok matrak bir geceydi. Bu güzel anıyla ve Aşkın'ın yeni şarkılarıyla bu yazımı da burada noktalıyorum.
http://www.youtube.com/watch?v=s4A2PksK5fs&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=KWVraZi20WU&feature=related
http://www.youtube.com/watch?v=qwwHuMsu8Us

Bir sonraki yazımda Ayın Mekanı olarak Fransız Alp'lerini yazacağım. Sevgilerimle,