15 Temmuz 2011 Cuma

Ayın Mekanı Dubrovnik, Karadağ ve Mostar Oluyor..

Bu ayki yazımı Balkan'lardaki dostlarımız için Hırvatistan-Bosna Hersek ve Karadağ'a ayıracağımı en son yazımda belirtmiştim hatırlarsanız. Geçen yaz Temmuz ayında gittiğim bu mekanlara vize gerekmiyor, normalde Dubrovnik'e direk uçuş yok ama turlar sayesinde direk uçulduğu için 1,5 saatlik yolculukla ulaşım da artık çok kolay. Ayrıca bu ülkeler diğer Avrupa ülkelerine göre oldukça ucuz, o nedenle daha ekonomik bir tatil yapma şansınız var.
Hırvatistan'ın Adriyatik denizi sahilinde yer alan Dubrovnik şehrine girerken tepeden gördüğünüz manzara çok çarpıcı.Tamamen surlarla çevrilmiş eski şehir (Stari Grad) ve limana açılan kalesi ile Ortaçağ esintileri taşıyor. Eğer o sırada limana yanaşan büyük yolcu gemileri (cruise ship) de varsa çok hoş görüntülerle karşılaşıyorsunuz.
1600'lü yılların sonunda meydana gelen büyük bir depremde şehrin %85'inin yıkılmasının ardından 1700'lü yıllarda inşa edilen eski şehir hala o yıllardaki dokusunu koruyor. Dubrovnik'de toplam 50-55 bin kişi yaşıyormuş ama gelen turistler nedeniyle yazın nüfus bayağı artıyormuş. Bazen 7-8 tane Cruise gemisi aynı anda şehre gelince bir anda 20 bin turist etrafta dolaşmaya başlıyormuş. Görkemli kalenin kapısında duran muhafızların yanından geçip eski şehrin içine girdiğinizde bizim Beyoğlu'nu andıran ve bir ucu limana açılan geniş mermerli ana caddesi(Stradun)üzerinde ve dar ara sokaklarda   oldukça estetik bir mimari ile inşa edilmiş eski evler ve çok sayıda restaurant, cafe, bar ve dükkan görüyorsunuz. Her yıl 10 Temmuz-25 Ağustos arasında Dubrovnik Festivali düzenlenirmiş, biz de tesadüfen festival zamanı oradaydık.
Eski şehrin içindeki Stradun caddesinde zaman zaman gösteriler yapılıyordu. Gündüz aşırı sıcak olduğu için eski şehirde dolaşmak çok zevkli sayılmazdı, onun yerine gündüzleri denizde geçirip akşamüstü ve akşamları gezmek çok daha keyifliydi. Özellikle geceleri ışıklandırılınca eski şehir ve kale çok daha güzel gözüküyor.Cadde üzerinde tarihi saat kulesi, kiliseler ve Avrupa'nın en eski eczanesinin bulunduğu manastır var. Bu manastırın duvarında küçük bir çıkıntı üzerinde insanlar ayakta durup duvara yapışık vaziyette tişörtlerini çıkartmaya çalışıyorlar, işte herkesin eğlence anlayışı başka, ne diyeceksin. Bizim grupta da bu olayı deneyip başarılı olan arkadaşlar oldu ama burada isimlerini afişe etmeyeyim şimdi!! Avrupa'nın en eski caddelerinden biri kabul edilen Stradun caddesinde yürüyen insanlar zengin, bu caddeye ayak basmayanlar ise fakir sayılırmış. Yani bizler geçen seneden bu yana zenginler kulübüne girmiş bulunuyoruz, bütün sosyeteye duyurulur, ona göre :):)
Eski şehri çepeçevre saran ve yaklaşık 3 km olan surları gezmek isteyenler için manzaralı bir yürüyüş parkuru var. Biz oradayken hava aşırı sıcak olduğu için bu geziyi yapmadık ama ilgilenenler için hoş bir aktivite olabilir. Ezel dizisini izleyenler hatırlayacaktır; dizinin bir bölümünde Dubrovnik'teki eski şehir ve kalenin oralarda geçen bazı sahneler vardı. Ramiz dayının kızı Azad'ın Ramiz'in düşmanlarından kaçmaya çalıştığı ve Tefo'nun da ona yardımcı olduğu bir sahne kalenin liman tarafındaki ucunda çekilmişti. Hem dizinin o sahnelerini tekrar hatırlamak hem de Dubrovnik'in eski şehrindeki sokaklarda ve kalede bir tur atmak isteyenler aşağıdaki linki tıklayabilirler.
http://www.youtube.com/watch?v=hLIfl-vonsI

Dubrovnik'i tepeden görmek isterseniz teleferik (cable car) ile şehrin en yüksek tepesine çıkıp bütün eski şehri baştan sona, ayrıca şehrin diğer bölümlerini ve Dubrovnik'in etrafında sıra sıra dizilmiş adaları (Lokrum adası, Elafiti adaları gibi) görme şansınız var. Özellikle gün batımı sırasında tepeye çıkmanızı şiddetle tavsiye ederim, göreceğiniz manzaradan çok memnun kalacağınıza garanti verebilirim.
Girintili çıkıntılı Dalmaçya kıyılarında çok güzel koylar ve çevrede küçük küçük adalar var. Aslında denizi bizim Ege, Akdeniz kıyılarından çok farklı değil ama Ortaçağ mimarisinin çok iyi korunmuş olması dolayısıyla doğa ve tarihin içiçe geçmesi sayesinde çok cezbedici bir manzarayla karşı karşıyasınız. Tabii ki plajlarda Türkiye'deki beach club'ların konforunu bulmanız mümkün değil, canım ülkemin pofuduk minderli plajlarını çok arıyorsunuz, oralarda en fazla beyaz plastik şezlongların üzerinde yatmaya mahkumsunuz, bunu bilerek gidin yani..

Dubrovnik'de denize girmek için çok ideal bir yer olan Saint Jacob plajı kayaların arasında gizlenmiş nefis bir koy, merdivenlerle aşağıya iniliyor. Dubrovnik kalesi ve eski şehri tam karşıdan görüyor. Bu plajı bilen Cruise gemileri bazen yolcuları için bütün şezlongları önceden rezerve ettiriyorlarmış ve misafirlerini gemiden küçük teknelerle direk bu koya gönderiyorlarmış. O nedenle eğer şehre yeni bir yolcu gemisi yanaşmışsa bu plajda yer bulamama riskiniz var.

Bunun dışında tekne ile çevre adaları da gezebilirsiniz. Biz de bir gün öyle yaptık ve 8 kişilik grup olarak 40 kişilik gezinti teknesini günlük 300 Euro'ya kiralayıp Elafiti adalarına gittik (yanlış anlaşılmasın daha küçük bir tekne bulamadığımız için mecburen bu tekneyi kiraladık, yoksa şanımız yürüsün maksadıyla değil yani!) Elafiti adaları içinde 20 dakikalık yolculukla ulaşılabilen ve Dubrovnik'e en yakın olan Kolocep adası, tertemiz denizi ve tamamı zeytin ağaçlarıyla kaplı Sipan adası ve çok güzel kumlu plajlarıyla Lopud adası gerçekten görülmeye değer. Çok keyifli bir gün geçirdik. Koca tekneyi kapattığımız yetmiyormuş gibi bir de arada sürat teknesi kiralayıp Lopud adasının bir ucundan limanda bizi bekleyen teknemize o şekilde ulaştık. Eee, birkaç gün önce eski şehirdeki caddede yürüyüp zengin olmuştuk yaa, işte o nedenle kalan günlerimizde buna uygun şekilde son derece Dolce Vita bir hayat sürdük:):) Bu arada Hırvatistan'a gitmeden önce Dalmaçya kıyılarında mavi yolculuk yapmak gibi bir hayalimiz vardı ama oraya gidip biraz araştırınca burada alıştığımız şekilde bir mavi yolculuğun ancak hayal olduğunu öğrendik. Zira Türkiye'deki gibi rahat ve konforlu gulet tipi tekneler pek yok oralarda, daha çok bizim kiraladığımız tarzda günlük gezinti tekneleri mevcut. Bu bilgiyi de sizlerle paylaşayım..

Dubrovnik'e gidenlerin mutlaka uğraması gereken bir diğer yer de şehre yaklaşık 15 km mesafedeki Cavtat kasabası. Burası da yine deniz kenarında olan çok hoş ve elit bir yer. Birçok lüks tekne buraya demirliyor. Denizi son derece güzel ve berrak, ayrıca yine burada da oldukça estetik eski yapılar var. Yarımada şeklinde olan sahil şeridini bir uçtan diğer uca ağaçların gölgesinde ve süper bir manzara eşliğinde yürüyebiliyorsunuz.

Oralarda ne yenir sorusuna da Cevap-Cici diyeceğim :) Cevap Cici (çiçi okunuyor, yani benim takma adım gibi) bizim inegöl köftesine benzeyen bir çeşit kebap ve o yörede oldukça popüler. Bir de dondurmaları çok güzel ve bir hayli meşhur. Her köşede bir dondurmacıya ve ellerinde külahlarla dondurma yiyen turistlere rastlıyorsunuz. Bunları tatmadan Hırvatistan'dan dönmeyin derim..

Dubrovnik tatilimiz boyunca araba kiralayarak bir gün Karadağ'a başka bir gün de Mostar'a gittik. Her iki yolculuğu da Dalmaçya kıyılarının nefis manzaraları eşliğinde yaptık. Size biraz da bu seyahatlerden bahsedeyim. Ülkeler arasında geçiş için vize gerekmiyor,sadece gümrükte işlem yapılıyor ve biraz sıra oluyor. Dubrovnik'ten birkaç saatlik araba yolculuğuyla günübirlik gittiğimiz Karadağ (Monte Negro)'da ilk durağımız dağların eteklerinde kurulmuş olan Kotor şehri oldu. Unesco tarafından dünya mirası olarak koruma altına alınmış olan Kotor da yine tamamıyla bir kaleyle ve surlarla çevrilmiş, Ortaçağ mimarisinin izlerini taşıyan binaları ve dar ara sokakları ile oldukça sevimli bir yer. Çok vaktimiz olmadığı için fazla zaman geçiremediğimiz Kotor şehri kesinlikle daha uzun süre kalmayı hak ediyor.
Karadağ'daki 2. durağımız en popüler tatil beldesi olan Budva'nın 5-10 km güneyinde yer alan Monte Negro'nun pembe kumlarıyla meşhur plajı Sveti Stefan idi. Plajdan bir köprü ile bağlanan adanın üzerinde kurulu Ortaçağ'dan kalma küçük bir balıkçı kasabasının şahane manzarası eşliğinde yüzerken kendinizi o zamanlarda yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Ne yazık ki tadilat dolayısıyla kapalı olduğundan adayı gezemedik ama bu adada yakında bir otel açılacağı bilgisini aldık. Bu plaja zamanında Marilyn Monroe, Elizabeth Taylor ve Sofia Loren gibi ünlüler de gelirmiş. 
Karadağ'da son gördüğümüz şehir Hırvatistan sınırına en yakın yer olan Herceg Novi oldu. Buranın eski şehri de yine çok sempatikti ve Disneyland'deki masal diyarlarını andıran binaların çevrelediği meydanında birçok restaurant ve cafe vardı.

Başka bir gün de Mostar'a gittik. Hırvatistan'dan Bosna Hersek'e geçtiğimiz anda gerek yapılar gerekse arabalar falan daha fakir bir görünümdeydi. Mostar şehrine vardığımızda Osmanlı'lardan kalan eski binalar, camiler ve camilerden yayılan ezan sesleri ile kendimizi ülkemizde gibi hissettik. En üzücü olan ise savaşın izlerini taşıyan binaların üzerindeki kurşun delikleriydi. Eski şehrin ortasında yer alan Mostar Köprüsü çok güzel. 1566 yılında yapılan orjinal Mostar Köprüsü savaş zamanında yıkılınca 1997'de Türkiye'nin de desteğiyle orjinaline sadık kalınmaya çalışılarak tekrar inşa edilmiş. Bütün yol boyunca yanından geçtiğimiz ve Mostar Köprüsünün de altından akan Neretva nehrinin yemyeşil buz gibi sularına ayağımızı soktuk.
Köprünün her iki tarafında çeşitli restaurantlar, çay bahçeleri ve hediyelik eşya dükkanları  mevcut. Mostar'daki Koski Mehmet Paşa camisinin avlusunda bu
lunan şadırvanın içinde soğuk suya bırakılmış olan kavun ve karpuzu görünce yurdumun güzel insanlarını andık :) Bu arada izlemiş olanların hatırlayacağı gibi sevgili Kıvanç Tatlıtuğ'un 3-4 yıl önce oynadığı "Menekşe ile Halil" dizisinin final bölümünün son sahnesinde Menekşe'yi canlandıran Sedef Avcı,bütün yakışıklılığı ile Mostar köprüsünden aşağıya atlayan Halil'in peşinden bir hayli gözyaşı dökmüştü. İşte köprünün üzerinden geçerken o sahneyi de anımsadık. Bu sahneyi ve Mostar köprüsüyle çevresini izlemek isteyenler aşağıdaki linki tıklayabilirler.
http://www.youtube.com/watch?v=Ncr9AUJ6UmI
Yugoslavya'da parçalanma süreci 1991-1999 yılları arasında yaşanmış ve tek ülkeyken Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek, Karadağ (Monte Negro), Sırbistan, Kosova, Voyvodina ve Makedonya'ya bölünmüşler. Parçalanmadan önce ülkenin bütün turizm geliri Hırvatların yaşadığı kısımdan gelirmiş, orduyu ise Sırplar yönetirmiş. Bölünme sırasında Sırplar, ordunun kendi ellerinde olmasını fırsat bilerek ortalığı feci dağıtmışlar, Hırvatları ve Boşnakları perişan etmişler; katliamlar sırasında ne yazık ki 100 binden fazla Boşnak öldürülmüş, çok üzücü bir durum tabii ki, keşke savaşlar hiç olmasa! Neyseki oradakilerle konuştuğumuz kadarıyla savaş yaralarını kısa bir zamanda sarmışlar ve toparlanarak normal hayata dönmüşler. İnşallah bu güzel, kardeş ülkelerin insanları bundan sonra bir daha böyle büyük acılar yaşamazlar ve hep barış içinde olurlar.

Çok keyifli geçen bu tatilimiz nedeniyle buralara mutlaka tekrar gitmeyi planlıyorum. Bir dahaki sefere özellikle Hırvatistan'da benim göremediğim ama giden arkadaşların çok methettikleri Hvar, Korcula gibi adaları ziyaret etmeyi istiyorum ve bu dileklerle yazımı bitiriyorum.
Ben yarından itibaren 2 haftalık bir tatile çıkıyorum. Dolayısıyla bir sonraki yazımı ancak Ağustos'da yayınlayabilirim. O zamana kadar şimdilik hoşçakalın. Tatilde olan herkese de iyi tatiller...